Dr. Osman ALTAY
Size Feshane, Beykoz Kundura Fabrikası, Haliç Tersaneleri desem ve bu mekânların ortak özelliği nedir diye sorsam, ne düşünürsünüz? Eski yapılar mı dersiniz sadece? Bu mekânların vakt-i zamanında endüstriyel üretim yerleri olmaları ve şimdi şehrin ortak belleğinde farklı amaçlarla hizmet vermeye devam etmeleri onların ortak özellik olabilir mi? Bu gibi kentsel varlıklar literatürde endüstriyel miras varlıkları yani sanayi kültürünün tarihsel, teknolojik, sosyal, mimari veya bilimsel değere sahip kalıntıları olarak tanımlanıyor.
Tarihsel sürece baktığımızda endüstriyel üretim 18. yüzyılda İngiltere’de ortaya çıkan gelişmelerle bir devrim niteliği kazanıyor ve bu duruma yine İngiliz bir ekonomist olan Arnold Toynbee Endüstri Devrimi adını veriyor. Endüstri Devrimi’nin İstanbul’a yansımalarını daha çok 19. yüzyılda gerçekleştiğini görüyoruz. Yalnız bu yansıma toplumsal bir iradenin sonucuyla gerçekleşmemiş daha çok yabancı sermayenin üretim ve Pazar yeri arayışları sonucunda geliştiğini tespit ediyoruz. Bu süreçte yerel zanaatkarların el işçiliği büyük oranda devam etmekle birlikte genel olarak İngiltere, Almanya, Fransa ve Belçika’dan getirilen üretim teknikleri ve makinelerin endüstriyel bağlamda kullanıldığını görüyoruz. Ancak endüstriyel teknolojinin, uzmanlığın ve yapı parçalarının yurt dışından gelmesi dışa bağımlı bir yapı oluşturdu. Bu nedenle endüstrileşme çabaları ülkemizde köklü bir gelişim sağlayamadı.
ENDÜSTRİYEL MİRASIN MERKEZİ: HALİÇ
İstanbul’un 300 bin yıllık yerleşim tarihi, 3 bin yıllık kentsel tarihi ve 1600 yıllık başkentlik tarihinin ona kazandırdığı çok katmanlı tarihi ve kültürel varlıklarının bir katmanını da sahip olduğu endüstri mirasının varlıkları oluşturuyor. Çoğu zaman gözlerden kaçan bu mirasın izlerini incelemek ve gözlemlemek sosyal, kültürel ve ekonomik olarak yaşadığımız değişim sürecini farklı bir boyutta kavramamızı sağlıyor.
İşte bu değişimin izlerini en iyi gözlemleyebileceğimiz yer Haliç kıyıları. Diğer ülkelerdeki tarihsel değişime paralel olarak bizim ülkemizde de sanayileşme kıyı bölgelerinden başladı. Çünkü bu bölgelerde yapılan üretim ve depolama faaliyetleri deniz ulaşımı ile daha kolay entegre edilebiliyordu. Bu sayede hammadde ve üretilen ürün taşımacılığı hızlı bir şekilde yapılabildi. Zamanla teknolojinin gelişmesi ve alternatif ulaşım araçlarının daha yaygın kullanılmaya başlaması ve bu bölgelerin şehrin merkezinde kalmaları ile endüstriyel oluşumlar buraları terk etmeye ve şehrin merkezinden daha uzak kenar bölgeleri tercih etmeye başladılar. Bu mekanların çevresinde zamanla oluşan yerleşim alanlarında yaşayan nüfusun söz konusu işletmelerle istihdam bağları azalınca da bu eski sanayi alanları rekreasyon ve kültürel faaliyet alanlarına dönüşmeye başladı.
Haliç kıyılarının Kuzeydoğusunda, Beyoğlu ilçesi sınırları içerisinde, Karaköy, Kasımpaşa, Sütlüce mahalleleri, Güneydoğuda ise Fatih ilçesine bağlı Sirkeci, Eminönü, Balat, Fener, Ayvansaray mahalleleri ve Eyüp ilçeleri yer almaktadır. Haliç Kıyıları; ulaşım, doğal güzellik, stratejik konum ve kent ilişkileri açısından önemli fonksiyonlara sahip. Doğal bir su ve liman olması nedeniyle Haliç İstanbul’un endüstriyel gelişim sürecinin de başlangıç noktası olmuştur.
Tarihi İstanbul Tersaneleri 1453 yılında İstanbul’un fethi ile birlikte Fatih Sultan Mehmet tarafından kurulmaya başlanmıştır. Yavuz Sultan Selim Akdeniz hakimiyeti için ihtiyaç duyduğu donanmanın oluşturulması için 1513-14 yıllarında Hasköy Kasımpaşa arasındaki tersaneleri büyütülmesini sağladı. 1808-1839 yılları arasında Padişah II. Mahmut tersanelerin geliştirilmesine önem vermiş ve İngiltere’den makineler ithal etmiştir. 1834’de buharlı makine ile çalışan haddehane, demirhane ve buharla işleme işi yapan bıçkıhane kuruldu. Bu tersaneler 20. YY’la kadar fonksiyonlarını sürdürdü. Zamanla söz konusu kentsel dönüşüm süreçlerinin, teknolojik gelişmelerin ve özel sektörün güçlenmesi ile bu mekanlar eski önemini ve işlevini kaybetmeye başladı.
Tersane-i Âmire (Haliç, Camialtı ve Taşkızak), Şirket-i Hayriye Tersanesi, Lengerhane, Silahtarağa Elektrik Santrali, Unkapanı Un Fabrikası, Cibali Tütün ve Sigara Fabrikası, Kasımpaşa Un Fabrikası, Sabuncuzade Şakir Sabun Fabrikası, Şahbaz Agiya Tuğla Fabrikası Haliç bölgesinde sayabileceğimiz endüstri mirası varlıklarımız.
Bu varlıkların yaşatılması ve gelecek nesillere aktarılmasının en güzel örneği ise Rahmi M. Koç Müzesi. Bu nedenle bu yazının devamında sizlere Rahmi M. Koç Müzesini anlatmak istiyorum.
RAHMİ M. KOÇ MÜZESİ
İstanbul’da Haliç kıyısında Dünyanın dört bir yanından özenle bir araya getirilmiş olan binlerce endüstriyel miras objesine ev sahipliği yapan harika bir müze var, Rahmi M. Koç Müzesi. Müze binaları da müzenin misyonuna hizmet eden, endüstriyel arkeoloji açısından büyük önem taşıyan tarihi binalar. Bu müzede gramofon iğnesinden denizaltıya, savaş uçağından zeytinyağı fabrikasına kadar aklınıza gelebilecek ve de gelemeyecek o kadar çok sayıda, farklı farklı ve de harika objeler var ki hayran kalmamanız mümkün değil. Belli ki bu objelerin derlenmesi ve sergilenmesi süreçlerinde büyük emekler verilmiş ve kendinizi geçmiş zamanlarda hissettirecek masalsı bir ortam oluşturulmuş.
Müze binaları üç bölümden oluşmakta; Mustafa V. Koç Binası olarak adlandırılan tarihi Lengerhane binası, Tarihi Hasköy Tersanesi ve açık hava sergi alanı. Müze ilk olarak 1994 yılında tarihi Lengerhane binasında kurulmuş. Şimdi toplamda müzenin kurulu olduğu alan 27.000 m2
Mustafa V. Koç Binasında denizcilik, havacılık, demiryolu, buharlı makineler, bilimsel aletler, iletişim aletleri, oyuncaklar, film ve baskı, maket ve modeller koleksiyonları bulunuyor. Tersane Binasında ise karayolu, denizcilik, raylı ulaşım, buharlı ve dizel makineler, tarım, zeytinyağı fabrikası, motosiklet & bisiklet, at arabaları, su altı, nostaljik dükkanlar ve Atatürk koleksiyonları bulunuyor.
Atatürk koleksiyonunun olduğu bölümde Türkiye Cumhuriyetinin Kurucusu Ulu Önder Atatürk’e, Atatürk’ün annesi Zübeyde Hanıma ve eşi Latife Hanıma ait çok değerli şahsi objeler bulunmaktadır. Aynı zamanda Atatürk’ün kapak konusu olduğu Time dergisinin ilgili sayıları da bu bölümde sergileniyor.
Raylı ulaşımın tarihçesini gözlemleyebileceğiniz demiryolu ulaşımı bölümünde Sultan Abdülaziz’in Saltanat Vagonunu, Kadıköy – Moda Tramvayını, atlı tramvay örneklerini, Tünel Vagonu ve pek çok diğer objeyi inceleyebilirsiniz.
Deniz ulaşımının izlerini ise müzenin denizcilikle ilgili bölümlerinde görebilirsiniz. Belki de müzenin en zengin olduğu koleksiyon alanı denizcilik diyebiliriz. Buna müzeyi gezerken birlikte de karar verebiliriz. Bu koleksiyonun en önemli objeleri arasında TCG Uluçalireis Denizaltısı, Tekel 15 Çektime Gemisi, Uzaklar Teknesi, Kısmet Teknesi, Buharlı Deniz Taşıtları, Maid of Honour Amiral Yatı, M/V Fenerbahçe Feribotu yer alıyor.
Müzenin karayolu ulaşımı ile ilgili koleksiyonu da çok zengin bir koleksiyon olarak ziyaretçileri geçmiş günlere götürüyor. Bu bölümde karayolu ulaşımının 1800’lerden günümüze kadar olan gelişimine yön veren; at arabaları, faytonlar, çocuk arabaları, bisikletler, motosikletler, tarım gereçleri, klasik otomobiller, otomobil modelleri, itfaiye araçları ve buharlı karayolu araçlarının nadir bulunan örnekleri yer almaktadır. Bu bölümde mutlaka görmeniz gerekenler: Ford Model T, 1938 Lincoln Zephyr Coupe, Hansom Taksi, Haydarabad Nizamlığı Faytonu, Penny Farthing Bisiklet, Fordson Traktör, Zündapp Motosiklet.
Havacılıkla ilgili bölümlerde Wright Kardeşlerin planör modelinden tüm zamanların en önemli uçakları olan Douglas DC-3 ve F104S Starfighter avcı uçağına kadar havacılık tarihinin önemli örneklerinin yer aldığı zengin bir koleksiyon bulunuyor. Havacılıkla ilgili mutlaka görmeniz gereken objeler ise Douglas DC3 Dakota, F104 Starfighter, Jet Provost, Bell Cobra AH 1S, B-24 Liberator, Dornier Do 28 D-2 Skyservant, De Haviland Vampire FB Mk.
Müzede bu koleksiyonların dışında buharlı makine örnekleri, bilimsel aletler ve iletişim araçları alanında yüzlerce objeyi de inceleme fırsatınız var.
OYUNCAK BEBEKLER
Müzenin en önemli koleksiyonlarından bir diğer ise sahip olduğu oyuncak bebekler. Müzede Dünya Bebekleri Sergisi ayrı bir bölümde ziyaretçilerini ağırlıyor. Oyuncak sanayisinin önemli yapıtaşı olan bebeklerin geçmişten günümüze uzanan hikayesini gözler önüne seren bu bölümde el yapımı Amerikan yerli kabile bebeklerini, Afrika yerlilerinin tanrısal figürlerini, Avrupa’nın porselen bebek örneklerini, Anadolu’nun folklorik özelliklerini yansıtan bez bebeklerini ve filmlere konu olmuş korkutucu bebekleri inceleyebilirsiniz. Ayrıca bu bölümde pek çok ülkeye ait oyuncak bebek örnekleri birlikte aynı alanda sergileniyor.
Bu sergiyi incelerken eski çağlarda taş, kil, kemik, boynuz, pişmiş toprak gibi malzemeler kullanılarak yapılan bebeklerin yerini zamanla nasıl ahşap, seramik metal ve plastikten bebeklerin aldığını gözlemleyebiliyorsunuz. Tabii ki plastik bebeklerden ziyade el yapımı bebekler koleksiyonun en değerli objelerini oluşturuyor ve koleksiyonun çoğunu da bu tür bebekler oluşturuyor.
Tarih boyunca çocuklar kendi varlıklarına benzeyen objelere ayrı bir ilgi duyuyorlar. Bu durum aynı zamanda çocukların kendilerini keşfetme süreçleri ile de ilişkilendiriliyor. Aynı zamanda bebeklerin inanç objesi olup olmadıkları da sanat tarihçileri tarafından tartışılan bir konu. Çünkü oyuncaklar ile kutsal nesneler arasında sıkı bir bağ var. Oyuncak gibi görünen antik bebekler aynı zamanda nazarlık veya muska olarak da kullanılmış olabildiğini belirtiyor tarihçiler.
Burada ancak kısmen aktarabildiğimiz bu zengin müzeyi yerinde ziyaret etmek ve müze içerisinde hizmet veren kafe ve restoranların gurme lezzetlerini keşfetmek emin olun kedinizi çok iyi hissetmenizi sağlayacak.